Maymun Çiçeği: Sömürgeciliğin pis mirası
Ümit Yenişehirli
Dünya, korona salgınının ardından şimdi de maymun çiçeği hastalığının yaygınlaşabileceği ihtimali ile karşı karşıya.
“Kadrolu korkutucular” bir yana bırakılsa bile, makul uyarılar, maymun çiçeğinin hiç de yabana atılmaması gerektiğini ortaya koyuyor.
Tarihsel süreç ise maymun çiçeğini de içeren çiçek hastalığı virüs grubunun yayılışında, Batılı ülkelerin sömürgeci politikalarının büyük bir etkisi olduğunu gösteriyor.
ESKİ ÇAĞLARDA DA GÖRÜLMÜŞTÜ AMA…
Dünya Sağlık Örgütü (WHO/DSÖ) ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi ile Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) tarafından hazırlanan dosyalarda yer alan bilgilere göre, maymun çiçeği virüsü, artık rastlanmayan çiçek hastalığına neden olan “variola virüsü” ile aynı virüs ailesinin bir parçası.
Asırlarca dünyayı etkisi altına alan, milyonlarca insanın ölümüne yol açan (Sadece 1900-1970 arası 300 milyon ölümlü vaka) çiçek hastalığı, ilk olarak eski Hindistan (MÖ 1500) ve antik Çin’de (MÖ 1122) görülmüştü. Ayrıca, Mısır’da V. Ramses’in mumyasında çiçek hastalığını andırır bulgular elde edilmişti.
Hastalığa, sonraki asırlarda Afrika kıtasında da rastlanmıştı. Yine de hastalık o devirlerde, bulunduğu coğrafyaların ekosistemi içinde geleneksel tıbbî yöntemlerle olabildiğince kontrol altında tutulabiliyordu.
SÖMÜRGECİ AÇGÖZLÜLÜĞÜ UYUYAN YILANI UYANDIRDI
Çiçek hastalığı, süreç içerisinde zaman zaman yaygınlık göstermişse de hiçbir zaman 16. yüzyıla gelindiğindeki hız ve yaygınlığına ulaşamamıştı. Bu asimetrik ve trajik sıçramanın tek nedeni ise Avrupa dışındaki neredeyse bütün kıtaları yağmaya çıkan Batılıların açgözlü sömürgeciliğiydi.
Coğrafi keşifler kılıfı altında diğer milletlerin maddî varlıklarına el koymak için harekete geçen Batılı sömürgeciler, gittikleri yerlerde çiçek hastalığına rastlıyorlardı. Ancak bu toprakların sahipleri, kendi geleneksel yöntemleriyle çiçek hastalığıyla baş edebiliyorlardı.
İlk zamanlar, ölenlerin yerli halk olması da sömürgecilerin ilgisizliğine yol açıyordu. İpten kazıktan kurtulmuş tiplerin egzotik coğrafyalara akını ile zamanla tam bir soykırıma dönüşen köle ticareti ise bu tabii dengeyi bozacaktı. Eski devirlerde makul ölçülerde olmasıyla kontrol altına alınabilen çiçek hastalığı, yüzbinlerce insanın hareketliliğindeki kaotik ortamda kontrolden çıkmıştı.
Sömürgeciler ayrıca, ülkelerine döndükçe, Avrupa kıtasını da hastalığın hedef topraklarından biri haline getirmişlerdi. Öyle ki, sömürgeciliğin daha ilk yüzyılında, 1500’lü yılların sonlarında, Avrupa’da çiçek hastalığından ölümler yüzde 30’lara ulaşacaktı.
Keşifler ve kolonileşmeler sonucunda, 17’nci yüzyılın başlarında çiçek hastalığı dünyanın büyük bir bölümünde hastalık ve ölümlerin başlıca nedeni haline gelmişti. Kuzeyi ve güneyiyle Amerika’yı sömürge yapmaya giden İngiliz, İspanyol ve Portekiz güçleri de çiçek hastalığını, ülkelerine dönük olarak çift yönlü mobilize hale getirmişlerdi.
Denizlerde mal ve köle taşıyan gemiler, aynı zamanda çiçek hastalığı potansiyeli olan kemirgenleri de getiriyorlardı. Milyonlarca insan çiçek hastalığıyla boğuşuyordu. Ünlü besteci Wolfgang Amadeus Mozart ile ABD Başkanı Abraham Lincoln de enfekte olan isimlerdendi. Batılılar bu konuda o kadar “başarılı”ydılar ki, üç yüz yıl içinde hastalığı endemik, yani “Avrupa’ya özgü” hale getirmişlerdi.
HASTALIĞIN AŞISINI OSMANLI’DAN ÖĞRENDİLER
Çiçek hastalığı karşısında ne geleneksel yöntemleri bilen ne de yeni yöntemler geliştirebilen Batıların imdadına ise Osmanlılar yetişecekti. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda çiçek hastalığıyla etkin bir mücadele vardı.
Geçmişteki zirve İslam alimlerinden tevarüs edilen geleneksel yöntemlerle modern aşı çalışmaları birlikte yürütülmekteydi. Dünyadaki ilk çiçek aşısı üretilmiş, bununla ilgili bir de kanun çıkartılmıştı. İngiltere Büyükelçisi’nin eşi Lady Montagu, bir mektubunda, İstanbul’da çiçek aşısının olduğundan hayretle bahsetmişti.
Batıda ise ünlü aşı araştırmacısı Louis Pasteur deneylerini sürdürse de henüz tam bir ilerleme sağlayamamıştı. Padişah II. Abdülhamit yine de bu çalışmalardan istifade edebilmek için Pasteur’ü Türkiye’ye davet etmiş ancak bu ziyaret gerçekleşememişti.
Padişah bu defa, yanına üç Osmanlı asistanı alması şartıyla Pasteur’e araştırmaları için para yardımında bulunup, Mecidiye Nişanı’yla da taltif etmişti. Bu arada, bazı Batılılar İstanbul’a gelip, aşı çalışmaları hakkında incelemelerde bulunmuşlardı.
İŞE YARAMAZ AŞILARLA BÜYÜK PARALAR KAZANDILAR
Çiçek hastalığıyla mücadele için bu çabalar devam ederken, sahadaki büyük potansiyel, girişimcilerin iştahını kabartmıştı. Hastalık hem Avrupa hem Amerika hem de sömürge coğrafyalarında yaygınlaşınca, bu durum birileri için “fırsat”a dönüşmüştü.
Birçok Avrupalı tüccar, doktor, eczacı aşı imalatına girişmişti. Ancak insanların çaresizce doğru aşıyı aradığı bu dönemde etkin olup olmadığı çok da önemsenmeden neredeyse şarlatanca denilebilecek yöntemlerle aşı imalatı yapılıyordu. Hal böyle olunca bolca aşı satılıyor ama ölümler gene de durdurulamıyordu. Bu durum, sömürge topraklarındaki Batılıları da etkiliyordu.
DSÖ’nün günümüzdeki belgelerinde, bu dönemdeki doktor, hemşire, ebe, rahip, rahibe, idareci, eczacı, çamaşırcı gibi Batılı koloni çalışanlarının ölümlerinden, “orantısız derece yüksek ölümler” ifadesiyle bahsedilmekte.
Batı dünyasının çiçek hastalığıyla mücadelesi ancak sömürgeciliğin gerilediği, modern zamanlarda Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından küresel bir kampanya başlatmasıyla geriletebilmişti. Çiçek hastalığı, 1970’lerin başında ise tamamen ortadan kaldırılmıştı.
DSÖ’DEN AIDS BENZERİ UYARI
İşte; çiçek hastalığının bu karmaşık mücadele sürecinin bütün olumsuzlukları, aynı virüs familyasından olan maymun çiçeğinin yıllar sonra olgunlaşmasını kolaylaştırmıştı.
Çiçek hastalığıyla mücadelede yapılan hatalar, bu virüs ailesinin genel ilerleyişine yol açmış, böylece maymun çiçeği de ortaya çıkacak uygun ortamı bulmuştu.
Maymun çiçeği ilk kez 1958’de Afrika’da bir maymunda, 1970 yılında da Kongo’da insan üzerinde görülmüştü. O tarihten bu yana da maymun çiçeğine rastlanmakta.
Olayın “iyi tarafı” ise çiçek hastalığıyla mücadelede kazanılan global tecrübe, maymun çiçeği hastalığında oldukça işe yarıyor. Günümüzde gelişen karantina teknikleri ve etkin aşılar neticesinde, maymun çiçeğinde ölüm oranı yüzde 1’ler civarında seyrediyor.
Bu arada; Dünya Sağlık Örgütü, salgın emareleri üzerine, 26 Ağustos 2022 tarihinde yaptığı bir açıklamada, “damgalamaktan kaçınıyor olsak da” şerhini düşerek, maymun çiçeği hastalığının, erkeklerle cinsel ilişkiye giren erkeklerde sıklıkla görüldüğünü vurgulamıştı.
DSÖ, bir başka “damgalama” hassasiyetini ise hastalığa “maymun çiçeği” denilmemesini isteyerek göstermişti. Örgüt, hastalığa “maymun çiçeği” yerine “Mpox” adının verilmesini önermişti. WHO, hastalık isimlendirilmelerinde hayvan veya bölge isminin geçmesinin ayrımcılığa, etiketlenmeye yol açabileceği ilkesi uyarınca bu tavsiyede bulunmuştu.